Günümüz toplumunda en önemli sorunlardan biri liseli öğrencilerin meslek seçimleridir. Küçücük çocuklara evlerde sorulan çok genel bir soruyu mutlaka hatırlarız. “Sen büyüyünce ne olacaksın?” Bu o kadar bildik bir sorudur ki, herhalde hepimize küçükken sorulmuştur.
Çocuklar da tüm saf gönülleriyle bu soruya: “Polis olacağım, itfaiyeci olacağım” gibi cevaplar verirler. Bu meslek kolunda çalışanların arabalarının ya da araçlarının çok gösterişli, değişik sesler çıkartmalarından ve genelde de o tür oyuncaklarının bulunmasından kaynaklanır. Kız çocuklarda bile aynı türden cevaplar gelebilir. Aileler veya büyükler hemen söze girip kendi beğendikleri ve çocukları için hayal ettikleri meslekleri söylerler. “Benim oğlum doktor olacak, ya da benim kızım öğretmen olacak” gibi. Sonuçta yıllarla birlikte bu kabuller söylene söylene adeta yerleşir. Onun yetenekleri, ilgi alanları, kabiliyetleri hiç düşünülmemiş, mesleği büyükleri tarafından belirlenmiştir. Bu çocuğun zihnine yıllarla beraber o denli işlenir ki, çocuk gençlik çağlarına geldiğinde bile üzerinde bir baskı hisseder. Bu türden baskılarla meslek seçimi yapan gençlerin çoğunun o üniversiteleri kazansalar bile mutlu olmaları söz konusu değildir.
Bir de hayatın içinde olup giden bir sürecin etkisi vardır. Bunlar çocukların yaşamları boyunca tanıdıkları meslek gruplarını oluşturur. Örneğin genç, çocukluğundan beri annesinin ve babasının yanında, onlarla birlikte yaşarken, onların meslekleri hakkındaki bilgileri doğal bir yoldan öğrenir. Aile büyüklerinin mesleklerinden bile önce anne ve babasının iş kolları gelir. Seneler ile birlikte evde bu mesleklere karşı birçok konuşmaya şahit olmuş, onların yakınmalarını dinlemiştir. Bu türden konuşmaların yanı sıra ailenin refah seviyesi de aynı şekilde onları etkilemektedir. Gençler ev hayatlarında maddi sıkıntılar çekmiyorlarsa bu baba ya da annelerinin eve getirdiği parasal güçle ilişkilidir. O sayede yıllar içerisindeki istekleri ya kabul edilmiş ya da reddedilmiştir. Çocuklar ve gençler çok iyi birer gözlemcidir. Onlardaki bu gözlem yeteneği farkında olmadan ebeveynlerinin mesleklerine karşı ilgi duymalarına sebep olur.
Bir başka durum ise çeşitli yeteneklere sahip olan gençlerin zorunluluktan dolayı genç yaşta çalışma hayatına girmek zorunda kalmalarıdır. Onlar farklı yeteneklere sahipken, ailelerine bakmak, parasızlık problemlerine çare olmak düşüncesiyle mecburen işe girmişlerdir. Diğer meslekler onların hayallerini süsler. Taşlı yollarda gencecik yaşta itilip kakılarak, istemeseler bile zorla çalışırlar. Aralarında okuyarak bir meslek sahibi olanların sayısı oldukça azdır. Olmaz mı olur ama o gencin taşı sıkıp suyunu çıkartması gerekir. Bu yaşanan gerçeklere artık kader mi diyeceğiz bilemiyorum.
Bir de çok yetenekli çocuklarımızın durumları var. Sanata meyli olan bu çocukların keşfedilmeleri bir problem olduğu gibi, ailelerinin bu duruma sıcak bakması, devletin onları desteklemesi gibi de problemler var. Benim inancım birçok gencin bu güzel yanlarının heba olup gittiği. Çünkü memleketimizde bu konuya sıcak bakan ailelerin sayısı neredeyse yok denecek kadar az.
Kimi zaman da ailede herkesin beğeni ve övgüsünü taşıyan örnek olabilecek büyükler vardır. Onların iş kolları herkes tarafından beğenilir. Çünkü çok para kazanmakta ve rahat hayat sürmektedirler. Onları o günlere nasıl geldikleri, ne taşlı yollardan geçtikleri ne gibi sıkıntılar çektikleriyle ilgili kimse bir şey bilmese bile o meslekler övülür ve gence “Sen de dayın gibi ol “v.b. sözler söylenir.
Bütün bu diretmeler, geçen yılların birikimleri ile büyüyen çocuk, sonunda gençlik yaşlarına gelir ve bir meslek seçme günleri yaklaşır. Günümüzde üniversiteye hazırlayan liseler olsun ya da mecburen çocuklarımızı gönderdiğimiz hazırlanma kursları olsun hiç biri gençlere meslekleri tanıtmıyor. O meslek grubunda olan insanların çektikleri sıkıntılar, o mesleklerin iş bulma olasılıkları anlatılmıyor. O seneler bir körlemesine yürüyüş gibi. Test çözmek, daha hızlı çözmek, zamanla yarışmak ve gençler arasında bir yarışın körüklenmesi. Psikolojide çeşitli türlü zeka testleri vardır. Bu testler ise ölçmek istedikleri şeyi ölçerler, onların komple bir zeka seviyesini ölçtüğünü asla söyleyemeyiz. Aynı onlar gibi üniversitelere giriş testleri de böyledir. Neyi ölçtüğü belli olmayan bir sonuç veriyor. Bu da yetmiyormuş gibi birkaç senede bir sistem değiştiriliyor.
Üniversitelere gelince kendilerini gençlere tanıtıcı hiçbir faaliyet göstermiyorlar. Sadece özel üniversiteler, çarklarının dönebilmesi için kendi olanaklarını yine bu olanağa cevap verecek maddi gücü yüksek aile çocuklarının okudukları özel kolejlerde tanıtıyorlar, broşürlerini dağıtıyorlar. Bu tanıtımlar sadece kampüs imkanlarını, okullarının gösterişini, gençlerin sahip olacakları keyif imkanlarını onlara tanıtıyor. O kadar yetersiz ki. Ya meslekler, gençlerin üniversiteyi bitirdikten sonra bulup bulamayacakları iş imkanları. Bunların hiçbirinden bahseden yok.
Sonunda ne oluyor? Genç tutturduğu puan doğrultusunda bir yere giriyor, dört sene okuyor ve mezun olduktan sonra tam bir hüsrana uğruyor. İstediği mesleğe giren, daha doğrusu girebilen genç sayısı oldukça düşük. Mezun olduktan sonra çoğu genç pişman. Farklı dallarda yüksek lisans yapmaya başlıyorlar. İş hayatları ile ilgili tam bir boşluktalar.
Ne yapılmalı? Yapılacak o kadar çok şey var ki. Bir kere gençlerin yetenekleri çok küçük yaşlardan tesbit edilmeli. Bunlar devlet veya büyük kuruluşlarca desteklenmeli. Ara dönemlerde ilgi alanları yeniden tesbit edilmeli. Farklı dallara kaymak isteyenler için olanaklar tanınmalı. Bu saçma üniversiteye giriş sınavı kaldırılmalı. Koskoca 11-12 yıllık başarı değerlendirmesi ön plana çıkartılmalı. Meslekler, eğrisi, doğrusu ile uzmanlarca belli yaşlardan itibaren gençlere tanıtılmalı. O mesleklerin olanakları, yükselme imkanları anlatılmalı. Çocuklar çok küçük yaşlardan itibaren sevdikleri dallara yönlendirilmeli, ders geçme değil dersi sevdirme, eğitmenlerce daha önemli tutulmalı. Eğitime önem verme anlayışı kökten değişmeli.
Zaman devamlı akıp geçiyor. Yıllarla, gençler ziyan oluyor. Yetenekler kaybolup gidiyor. Bütün bunlar nasıl değişir sorusunun cevabı ise bizlerde yatıyor. Herkes önce ben deyip, kendi çocuğu için en doğruyu elinden geldiğince en iyi yapmaya çalışırsa tüm gerekenler de zaman içinde yapılır hale gelir. Bananecilik, bir ben yapacağımda ne olacak demenin yanlışına düşmemeliyiz. Her birimiz bir yeri hakkıyla doldurur üzerimize düşeni en iyi şekilde yapmaya çalışırsak inanıyorum ki biz zamanı yakalarız. En iyiyi yapmak asla sözde kalmamalı davranışlarımızda olmalıdır. Biribirimizin işlerinde biri birimize yardımcı ve destek olmalıyız. Madem onun görevi o yapsın dememeli iyinin olabilmesine çalışanlara yardım etmeliyiz. Tenkit etmek kolaydır, biz omuz vermeliyiz. Yapamayacağımızı değil yapabileceklerimizi en iyi şekilde yapmaya çalışmalıyız. Unutmayalım ki bu sorun memleketimizin sorunlarından yalnızca bir tanesidir ama bir gün başarır da kendimizi bu konuda beğenirsek birçok başarıyı da beraberinde kazanacağız.
Uzman Psikolog
Ali Rıza TANALTAY
Pingback:keto cinnamon rolls
Pingback:1reservation
Pingback:batmanapollo.ru
Pingback:site
Pingback:Link
Pingback:psy
Pingback:123 Movies
Pingback:000
Pingback:grandpashabet
Pingback:grandpashabet
Pingback:film kinogo
Pingback:rasschitat dizayn cheloveka
Pingback:humandesignplanet.ru
Pingback:10000